18 Temmuz 2013 Perşembe

Ben Sporcunun Az Akıllı, Yandaş ve Ahlâksızını Severim

Yıl 1968. Yer Meksika. Bütün dünya Avrupa'dan yükselen özgürlük çağrısını konuşuyor. Avrupa'da bir çok şey değişiyor. Gençler sokaklarda. İnsan gibi yaşamak için, eşitlik için, özgürlük için çığ gibi büyüyerek sokakları dolduruyorlar. Algıları değiştiriyorlar bütün bir kıta boyunca. Fakat Avrupa'da esen özgürlük rüzgarları günümüzün özgürlük bekçisi olan okyanusun karşı tarafına, yani Amerika'ya hala ulaşamamış durumda. Amerika köleliği kaldırdığını gururla, üstüne basa basa dile getirse de, hala özgürlüğün beyazların tekelinde olduğu bir ülke olmaktan öteye gidemiyor. Amerikan rüyasının içinde siyahi vatandaşlara yer yok. İkinci sınıf insan muamelesi görüyor, dışlanıyorlar.

Bu koşullardaki Amerika Meksika 68 olimpiyatlarında, 200 metre koşusunda kürsüye iki siyahi sporcusuyla çıkıyor. Tommie Smith ve John Carlos. Tommie altın madalyaya ulaşırken John'da bronz madalyayı alıyor. Ve bu iki atlet kürsüye çıkmadan önce ülkelerinde siyahi vatandaşların çektiklerini bütün dünyaya duyurmak istercesine bir eylem düşünüyorlar. Ama kürsüde yer almayı hak etmiş bir atlet daha var. Avustralya'lı Peter Norman. Onun bu gurur anını da gasp etmelerinin doğru olmadığına inandıklarından, öncesinde onun da onayını almak istiyorlar. Peter Norman'a sadece iki soru soruyorlar: 'İnsan haklarına inanıyor musun?' ve 'Tanrıya inanıyor musun?'.  Bu iki soruya da evet cevabını aldıktan sonra kafalarındaki planı anlatıyorlar Norman'a. Norman sadece onları onaylayıp, desteklemekle kalmıyor yapacakları eylemin biçimini de belirliyor. Kürsüye siyahilerin çektikleri fakirliği vurgulamak için yalın ayak ve özgürlük mücadelesini simgelemek için de tek ellerinde siyah eldivenle çıkmaya karar veriyorlar. Fakat bütün insanlık için bir gurur anı olması gereken bu tablodan sonra bu atletlerin hayatı alt üst oluyor. Spordan uzaklaştırılıyorlar, ailelerini kaybediyorlar. Böylece hayatlarının en gururlu anı, insanlık açısından en özel anlardan biri, onların hayatının geri kalanını sıkıntılarla dolduruyor. 

Bundan 45 sene önce bize insanlık dersi veren bu 3 büyük sporcuyu tekrar hatırlamama vesile olan olay Cenk Akyol'un durumu oldu. Şampiyonluk kutlamaları esnasında, Gezi Direniş'ini göz ardı eden Ntv'ye konuşmayı reddedip, mikrofonlarını yere atması yüzünden milli forma hakkı gasp edilen basketçimiz.Her ne kadar insanlar çıkıp olayın böyle bir boyutu olmadığı konusunda bizi ikna etmek için yırtınsa da, gene inandırıcı değiller, gene komikler. Yaptıkları her şeyin üstüne sporu da kamplaştırıp, insanları ötekileştirdikleri için tebrik etmek lazım. Ne de olsa artık dünya çapında bir tarzımız var. Bizim gurur duyabileceğimiz, bayrağımızı taşımaya layık sporcular ırkçı, küfürbaz ve ahlaksız olmalı.

Ne ilksin, ne de son Cenk. Yapılan haksızlığı gidermez ve içindeki öfkeyi dindirmez biliyorum ama şu belki bir ince teselli olabilir. Aradan ne kadar süre geçerse geçsin, insanlık tarihinde onurlu bir yerin var artık. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder