30 Haziran 2013 Pazar

Ne Çok Öldük Be


"Senin için ölürüm" diyen kişiye "Peki niye?" sorusunun pek de sorulmadığı bir coğrafyanın insanlarıyız biz. Bir şeyi sevip sahiplenmeyelim, hemen onun için ölürüz. Takımımız, aşkımız, ailemiz, partimiz, başkanımız, düşüncemiz... Daha bir çok örnek verilebilir bunlara. Tabi bu saydıklarım dışında bir de kutsiyet atfettiğimiz olgular var gözü kapalı öleceğimiz. Dinimiz, vatanımız, bayrağımız vb.  Dilimize ne de çok dolamamış mıyız ölümü? Ölürüm Türkiyem diye şarkılar yapmışız, parti mitinglerinde "Öl de ölelim" diye bağırmışız. Sanki inatla ölümü çağırıyor bu toprağın insanları. Mesela İngilizce'de de "die for it" diye bir kullanım mevcut fakat onlar bizde olduğu gibi ciddi ciddi ölmeyi kastetmiyor, sadece bir şeyi çok istediklerini falan belirtiyor. 

Eskilerin bir lafı vardır, "Bir şeyi 40 kere istersen olur" diye. Belki de gerçekten haklılık payı vardır bu sözün. Sanki tanrı bize bir güzellik yapmış da bu kadar dilimizden düşürmediğimiz ölümü bize sınırsızca sunmuş gibi. O kadar çok ölürüz ki ölüm artık kanıksanmıştır buralarda. Terör merör derken asker, sivil, pkklı 40.000 kişiye yakın ölmüşüz mesela. Ama vatan sağolsun, ne demiştik: "Ölürüm Türkiyem". İşimize, eşimize, dostumuza, tatile giderken; arabada, otobüste 50.000 civarı ölüvermişiz hiç anlamadan trafikte. O kadar da duble yol yapmıştık, siz ölün diye mi yapıldı bütün o yollar. Olsun biz duble yola da ölürüz. Her gün ortalama 4 iş kazasının yaşandığı güzel ülkemde yılda yüzlerce işçi olarak ölürüz.Ekonomimiz şahlanmışken, bütün dünya bizi kıskanırken ölmenin sırası mı? Hiç sorun değil sanayi ve kalkınma için zaten her türlü ölürüz. Sadece boşanmak istedik ya da anlaşamadık diye hemen her gün kadın olarak ölürüz. Evimizin direğidir, kocamız için ölmeyeceğiz de kimin için öleceğiz. Eğitim zayiatı olur ölürüz, tecavüz edilir ölürüz, rastgele bir kurşunla ölürüz, depremle selle ölürüz. 

Ölümü bu kadar dile dolayıp, sürekli de öldüğümüz için olsa gerek, ölümlerimiz devletin istatistik tablolarındaki rakamlar dışında pek de bir anlam içermez bu ülkeyi yönetenler için. Bu yüzdendir ki o tablolara sürekli yüzler, binler halinde işledikleri ölümlerimizin yanında, gezi direnişinde ve Lice'de ölen bir avuç insan için adalet ve vicdan beklemek bizim pembe hayallerimizden öteye geçmez. Onlar tablolarına birkaç çentik daha atar, biz her türlü ölürüz.

28 Haziran 2013 Cuma

Hukuk mu, Adalet mi? Taze Bitti Kardeş

  • Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir. EMILE ZOLA
  • Adaletin gecikmesi adaletsizliktir.W. S. LANDOR
  • Adaleti seven bir insan için her yer emindir. EPIKTETOS
  • Adaletin kuvvetli, kuvvetlilerin de adaletli olmaları gerekir. BLAISE PASCAL
  • Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır. HZ. MUHAMMED
  • Adaletin olmadığı yerde ahlaktan bahsedilemez. MONTAIGNE
  • Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz. HERAKLEITOS
  • Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir.EFLATUN
  • Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun.WILLIAM WATSON
  • Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır. HZ. MUHAMMED
  • Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman iyidir. MAHATMA GHANDI
  • Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar. MAURICE DUEVERGER
  • İnsanın en büyüğü, en yüksek mevkide iken tevazu gösteren, kudret sahibi iken affeden ve kuvvetli olduğu vakit adaletle hareket edendir. ABDÜLMELİK B. MERVAN
  • Kuvvetsiz adalet ve adaletsiz kuvvet iki büyük felakettir. LIMON LUCE
  • Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, halbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir. ARISTOTELES
  • Yasama, yürütme yargı içiçe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir. Kuvvet kimdeyse o hakimdir. JEAN-JACQUES ROUSSEAU

Bunun gibi daha binlerce örnek. Bu adamlar, yani filozoflar, sanatçılar, bilim adamları ve hatta peygamberler dahi binlerce yıldır boşuna mı konuşmuş sayın hükümet? İşportaya çıkarıp, yok pahasına satmaya çalıştığınız bütün o dini değerlerinizin temelinde adil olmak yok mu? Hadi o çok güvendiğiniz yüzde elliniz sizden razı da, Allah da sizden razı mı sanırsınız? 

Mevzu şuursuz bir polisin, nedenleri olsun ya da olmasın, ister panik yaşasın ister keyfi ateş açsın, silahından çıkan kurşunla birini öldürmesi değil. Sizlerin bu polisin adalet karşısında hesap vermemesi için elinizden geleni ardınıza koymamanız. 

"Mevzu sadece polis kurşunu değil arkadaş! Sen hala anlamadın mı?" yazsam acaba benim arkamda da mı acayip lobiler, dış mihraklar arayacaksınız? Sizi yormadan ben size olağanca absürdlüğüyle bir teori vereyim isterseniz. Bütün bu olayların arkasındaki dış mihrak Alex'tir. Fener'den apar topar gönderilmesini kaldıramadığı için bütün ülkeden intikam almak istemiştir. Zira Gezi Parkı'yla başladığı işi Fener'in UEFA'dan aldığı cezayla tamamlamıştır. Hatta daha sonrasında hızını alamamış, gözü döndüğü için artık kontrolü tamamen kaybedip kendi ülkesini de karıştırmıştır. Artık biz de korkuyoruz sayın başbakan. Olaylar tamamen kontrolden çıktı. Alex lobisinin daha neler yapabileceğini tahmin bile edemiyoruz. Pişmanlık yasası falan çıkartsanız bize, korusanız bizi. He olmaz mı? 

Te Allaaam yaa......

18 Haziran 2013 Salı

Hükümet İçin Kaçan Fırsat


Son haftalarda giderek artan protestolar ve direnişlerle Gezi Parkı bütün ülkenin gündemine oturmuş durumda. Nedenleri, gelişimi, etkileri hakkında zaten bir çok şey yazıldı çizildi. Bu yüzden bunları tekrarlamaktansa olaya farklı bir açıdan bakmak istiyorum. 

Bu direnişin gelişimi devam ederken haliyle bir çok oluşum, siyasi grup fayda sağlamaya çalıştı. Ne kadar başarılı oldukları ve bundan pay çıkarmaya kalkmaları ne kadar doğru bu tartışılır. Ama bir diğer açıdan bakıldığında bu direnişten en fazla kâr sağlayabilecek oluşum aslında Akp ve başbakandı. Süreci iyi okuyabilseler ve insanların talep ettikleri saygıyı gösterebilseler, daha öncesinde mesafeli ve tepkili yaklaşan insanların bile takdirini toplayabilirlerdi. Ama başbakan parti tabanından oy kaybetme kaygısıyla, demeçlerinde yumuşamak şöyle dursun dilini gün be gün daha da katılaştırarak süreci yönetmeye çalıştı. Ve her konuşmasında, her mitinginde kullandığı saldırgan üslubun, onu dinleyen insanlar tarafından onaylandığını ve hatta teşvik edildiğini gördükçe yaptığının doğru olduğuna dair inancı pekişti. 

Ülke içindeki tırmanan gerilime ek olarak, uluslararası camiadan gelen sağduyu çağrıları da başbakanı sakinleştirmek yerine daha da agresif bir tutum takınmasına sebep oldu. Yıllarca stratejik ortaklıklar yaptığı, müttefikleri olarak gördüğü ülkelerin şu anda kendini yok etme amacı güttüğüne dair bir paranoya içinde. AB'ye "ananı da al git" , ABD'ye "van minüt" tadında takılıyor. Bu tavrında ısrarcı olması halinde gerçekten de batı dünyasından bugüne kadar gördüğü desteği kaybetme ihtimali hiç de uzak değil bence. Bölgemizde batı dünyasının ilgisine bu kadar mazhar olmamızın bir çok nedeni olabilir. Tabi ki bunları bölge uzmanları, siyasetçiler, akademisyenler benden çok daha iyi yorumlayabilirler. Fakat bence bu ilginin ve saygının temelinde demokratik bir ülke olmamız yatıyor. Her ne kadar demokrasimiz bugüne kadar defalarca kesintiye uğramış olsa da bölge ülkelerinden bizi ayıran en temel fark bu. Bugün baktığımızda İran'da bile seçimleri reformistlerin kazandığı bir dönemde ülkemizdeki yönetim anlayışının giderek daha yasakçı ve otoriter bir anlayışa bürünmesinin önce bütün Türkiye'nin sonra da bütün dünyanın endişe kaynağı olması çok normal. 

Başta da dediğim gibi son bir kaç haftalık durumdan aslında başbakan ve iktidar muazzam bir başarı sağlayabilirdi. Hem ülkesinde yaşayan her vatandaşın takdirini toplardı hemde bütün dünyaya gerçekten ülkesini ve ülkesinin demokrasisini daha ileri taşıyacak bir lider olduğunu gösterebilirdi. Ama bugün geldiğimiz noktadan baktığımızda sadece giden trenin arkasından el sallayabilirler.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Gaza Boğulan Masal


Kız ne olduğunu anlamamıştı. Bir gün önce de gaz atmışlardı fakat bu sanki farklıydı. Ne yüzüne sardığı eşarbın bir faydası vardı ne de bütün yüzüne sürüp durduğu limonun. Ağzı yüzü yanıyor, nefes alamıyordu. Tek düşündüğü şey kaçmaktı fakat bir türlü vücuduna hükmedemiyor, nereye olduğunu göremese bile bacaklarına koşmaları için komut veremiyordu. Yanmaların ve yaşların arasından görebildiği kadarıyla antik çağlardan fırlamış ateş püskürten bir ejderha edasıyla su fışkırtarak ilerleyen TOMA denen canavar git gide yaklaşıyordu.

Kendine acıyordu artık sadece. Bugüne kadar hiç bir eyleme katılmamış, hiç bir olayı protesto etmemiş, hiç bir zaman sokaklarda yürüyüşlere katılmamış olan kendine. Neye, niye direnildiğini bile tam olarak anlamamışken, içinde biriktiğinin bugüne kadar farkında olmadığı tepkinin esiri olmuş ve atmıştı kendini sokaklara. Sokakta an be an içindeki tepkiyi tanımış, anlamış ve benimsemişti. Konuştuğu her insanda yıllardır içinde içten içe yanan ateşin bir parçasını görmüştü. Bazı insanlarla aynı şeylere kızgın olduklarını görüp, bu güne kadar hiç bir parçası olarak hissedemediği topluma karşı bir aidiyet duygusu filizlenmişti yüreğinde. Bazılarının tepkileri ise kendininkilerden çok farklı olmasına rağmen bunları duydukça, farklılıklara ve değişik kaygılara bakış açısı değişmişti. İlk defa dinliyordu herkesi ve dinledikçe anlıyor, anladıkça daha çok saygı gösteriyordu. İlk defa yaşadığı dar çerçevenin dışına çıkıp nasıl bir toplumda, kimlerle beraber yaşadığının farkına varmaya başlamıştı. İçinde uyanan bu bilinç durumunun hazzını tam yaşamaya başlamışken  "Böyle bitemez" diye çığlıklar atıyordu zihninde. Canavar daha da yaklaşmıştı arkasında silahlı, kalkanlı kara şövalyeleriyle. "Buraya kadarmış" diye düşündü. En iyi ihtimalle gözaltına alınacağını düşünüyor ve bu en iyi ihtimal bile duyduklarından dolayı ödünü patlatmaya yetiyordu. 

Aniden o kaosun içinde bir yöne doğru sürüklendiğini hissetti. Tam olarak göremese ve ne olduğunu anlamasa da vücuduna sarılmış kolların farkına vardı. O kollar onu yarı taşıyarak yarı sürükleyerek canavardan ve ordusundan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ara sokaklara girdiler. Kolların sahibi onu kapısını açık buldukları bir apartmanın içine soktu. Kızın maske olarak kullandığı eşarbı çıkarmış, yüzüne elindeki spreyle bir şeyler sıkıyordu. Acının tamamen yok olmasa da azaldığını hissediyordu. Sanki görüşü de düzelmeye başlamıştı. Artık daha rahat nefes alabiliyordu ve o nefeslerin arasında kendini canavarın önünden alan kurtarıcısının yüzüne ilk defa uzun uzun baktı. İçinde bir şeyler kıpırdamıştı. Yaşadığı şeylerin yarattığı adrenalin ve duygu yoğunluğunun da etkisiyle, günlerdir masal gibi süren direnişin devamında beyaz atlı prensini bulabilme ihtimali çok mantıklı gelmişti kıza. "Biraz daha iyi misin?" diye sordu prens. "Eğer devam edebilecek durumdaysan insanların yanına gidelim. Kalabalıktan ayrılıp sakata gelmeyelim."

Kafalarını uzatıp sağı solu kontrol ettikten sonra dikkatlice çıktılar apartmandan. Kız artık kendine gelmiş olsa da eleman destek olmak amacıyla elinden tutmuş hızlı hızlı yürüyorlardı. Kız hem yaşadığı gerilimden  hem de el ele ilerlemelerinden dolayı heyecanlıydı. "Ortalık yatıştığında kesinlikle daha iyi tanımalıyım bu çocuğu" diye geçiriyordu içinden. Ara sokaklardan çıkmışlar artık insanların toplandıkları yer görüş alanlarına girmişti. Polisler kalabalıkla aralarında bir hayli mesafe olmasına rağmen hala seyrek de olsa gaz bombaları atmaya devam ediyordu. Ama kız artık korkmuyordu. Kurtarıcısı elinden tutmuş daha da güvende olacakları o kalabalığa doğru götürüyordu onu. Sadece metreler kalmıştı kendileri gibi olanların arasına karışmaya. Aniden tuttuğu elin gülle gibi ağırlaşıp kendini aşağı doğru çektiğini hissetti. Kafasını çevirip kurtarıcısına baktığında kanlar içinde yerde yattığını gördü, başucunda gazlar fışkırtan kanlı bir kapsülle beraber. Kalabalığın gelip onları aldığının, güvenli bir yere taşıdıklarının hayal meyal farkındaydı. Gözyaşlarından hiçbir şeyi görmüyordu ve bu seferki yaşlar gazdan kaynaklı değildi. Hıçkırıklarının arasında "Adını bile bilmiyorum" diye geçirdi aklından. 

Ertesi gün kız gene direniyordu. Çok daha öfkeli, çok daha sert. İçindeki adını koyamadığı tepkisinin, tam olarak neye yönelteceğini bilemediği direnme duygusunun yerini kaya gibi sağlam bir duygu doldurmuştu. Kız artık, ilk defa karşısına çıkan aşk ihtimalinin elinden alınmasına karşı direniyordu.

11 Haziran 2013 Salı

Toplum Maketi

Son yıllarda özellikle ekonominin inşaata dayanması sebebiyle yapılan sitelerin bilgisayarda hazırlanmış 3d görsellerine ya da belli ölçekte küçültülmüş maketlerine bir hayli aşinayız. Nasıl oluyor bu işlem? Mesela ev almayı düşündüğünüz şirkete gidiyorsunuz. İnşaat daha yeni başlamış veyahut daha başlamamış olduğu için size görsellerle maketlerle yapılacak olan siteyi bir bir anlatıyorlar. İşte şurada avm var burada otopark var, ortaya havuz koyduk yamacına spor tesisi yaptık falan filan.Hatta belli bir oranda o ortamda beraber yaşayacağınız insan profilini bile çıkartıyorlar size. Bir nevi yaşayacağınız ortamın ve hayatın ön gösterimini yapıyorlar size. 


Bunu acaba topluma uygulayamaz mıyız? Yaşadığı ülkenin nasıl bir yer olduğunu, kimlerle beraber yaşaması gerekeceğini insanlara böyle bir sistemle anlatamaz mıyız? Hemen ülkenin üç boyutlu grafiklerini, maketlerini nasıl yapacağız demeyin. Çünkü zaten böyle bir imkan var elimizde. Şehirlerarası otobüsler.Sadece yapmamız gereken insanların en az bir kere yurdun bir ucundan diğerine otobüs yolculuğu yapmalarını sağlamak. Yol boyunca camdan bakmak suretiyle yaşadığımız ülkenin coğrafi ve fiziksel özellikleri hakkında fikir edinmek çok kolay. İklim, bitki örtüsü, dağlar, dereler vb. bunların hepsini site maketlerinde avmlerin spor salonların gösterildiği şekilde insanlara gösterebiliriz. Beraber yaşayacağımız insanlara gelince de, toplam 40-50 yolcunun içinde toplumun her kesiminden birilerini görmek mümkün. 6 numaradaki hacı amca, 11 numaradaki mini şortlu genç kız, 17-18 numaralardaki Alevi karı koca, 23 numaradaki Kürt genç, 29 numaradaki orta yaşlı Laz bey, 32 numaradaki Rum hanımefendi,en arkalarda Tatar çift ve çocukları. Her koltukta farklı bir hayat farklı bir kültür var. Kaptanımız Bulgar göçmeni, muavinlerimizin biri enerjik bir Roman genci, daha yaşlı ve ağır duransa Yörük. Ne dersiniz o şuursuzca para harcanıp hazırlanan yaşam alanı grafik ve maketlerinden çok daha gerçekçi ve etkileyici bir toplum maketi değil mi?

Yapmamız gereken tek şey insanlara bu yolculukla, aslında hepimizin aynı yol doğrultusunda beraber ilerleyen insanlar olduğumuzu ve sevsek de sevmesek de bu toplumu oluşturan her kesimle beraber yaşamak, saygı göstermek zorunda olduğumuzu anlatmak. Hepinize iyi yolculuklar.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Direnişe Ecnebi Ezgiler


Direniş başladığı günden beri müzikle hep iç içe oldu. Zaten klasikleşmiş olan şarkılarımız, türkülerimiz, marşlarımız herkesin dilinde. Bir taraftan Gündoğdu Marşı yükselirken diğer yandan 10. Yıl Marşının sesi yükseliyor. Bandista'nın Haydi Barikata şarkısıyla artık herkes kendini daha bir bağdaştırıyor normal olarak. Barikat kelimesi bir kavramdan insanların hayatındaki bir gerçekliğe dönüştü çünkü. Halaylar, danslar polis şiddeti kesildiğinden beri direnişin en güzel yüzünü oluşturuyor. Bunlara eklenen yeni şarkılarımızda var tabi. Kardeş Türküler Tencere Tava Havası'yla başbakanı düşündürürken güldürmeye çalışırken Duman herşeye eyvallah çekerek gaza, copa rağmen direnişin amacını ve süreceğini haykırıyor. Son olarak da Boğaziçi'nden cazcı kardeşlerimiz çapulcuyu ezgilerine ekleyip bir tebessüm yarattılar herkesde. 

Ben de bir kaç tane yurtdışından öneri vereyim dedim. İlk olarak gördüğümüz şiddete olan sinirimizi dışa vurmak amacıyla "I say fuck authority/Silent majority/Raised by the system/Now it's time to raise against them" diyen Pennywise'ın Fuck Authority şarkısını öneriyorum. Sonrasında bir hayli eskilere gidip 1940larda Woody Guthrie'nin Amerikan Rüyası yalanını eleştirmek için yazdığı This Land is Your Land'i dinleyerek biraz sakin tonlara yol alabiliriz. Ardından Nirvana'ya mal edilmiş olsa da David Bovie'den The Man Who Sold The World ve Iggy Pop'dan Corruption'la bizi yönetenlere manidar mesajlar vermekten hiç çekinmeyelim. Bize destek olan ve olacak herkesi sokaklarda R.E.M'den Welcome to the Occupation'la karşılamak sizce de çok şık olmaz mı? Son olarak da bizleri şiddetle, vandalizmle suçlayanlara inat, devrim ve değişimin bu güne kadar görülen kanlı örneklerinin aksine, barışçıl yollarla, sanatla, kültürle, bilinçle, politik değil sosyolojik olarak da gerçekleşebileceğine inandığımızı hep bir ağızdan Stars'dan Soft Revolution'ı söyleyerek dile getirebiliriz.

Son olarak sokaklarda meydanlarda bizi müziksiz bırakmayan, sıkıntıların içinde ruhumuzu onaran  bütün dostlarımıza teşekkür ederim. 


7 Haziran 2013 Cuma

Ajan mıyız Lan Yoksa???




İnsanlar anlam veremediği şeyleri nedense çok abuk açıklamalarla çözmeye çalışıyor. Halbuki şöyle dümdüz baksanız olayın ne kadar net olduğunu göreceksiniz. Sadece ve sadece "yeter hacı şu tavrından kurtul" demeye çalışıyoruz.  

Komplo teorileri üretmekle uğraşma lütfen. Ergenekoncu dedin ya hani, o davaları bu kadar ayağa düşürüp tutarsızlaşmanıza rağmen emin ol bende böyle bir davayı desteklerim. Çünkü ne askerin, ne derin devletin ne de senin üzerimizde baskı kurma ve kirli oyunlar oynama hakkı olmadığına inanıyorum. Askeri çağırıyorlar dedin ya orada zaten saçmaladın. Çünkü askeri bir yönetimin de senin yönetiminden hiçbir farkı olmayacağını ve hatta belki de daha baskıcı olacağının bilincindeyim. Ulusalcılar bu işin arkasında dedin o da tutmadı. Çünkü her ne kadar Mustafa Kemal ve cumhuriyet değerlerine inansam da ulusalcıların yaptığı, kendileri gibi olmayanları baskılayan ve dışlayan bir anlayışın da karşısındayım. Barış sürecini sabote etmek istiyorlar derken bir daha düşün bence. Günlerdir bu ülkenin tarihinde hiç görülmemiş bir barış ve kardeşlik bilinci yarattık biz sokaklarda. Kürt, Türk, sünni, alevi el ele meydanlardaydık. Siz ve sizden öncekilerin yarattığı bu ayrımları bir potada eritebildiğimizi gördüğünüz için anlamadınız belki de. Sizin lügatınızda her "biz" karşısına konulması gereken bir "siz" varken sokaktakilerin tek vücut "biz" olması tedirgin etti belki de sizi. Bu anlayamama ve tedirginlik haliyle komplo teorilerine sığınıp işin altında hep birşey aradınız muhtemelen. Çünkü daha önce böyle birşey görmemiştiniz. Ama sizde tıkanmaya başladınız. Ürettiğiniz teoriler komikleşmeye başladı. Yabancı ülke ajanlarından girip faiz lobisinden çıktınız. Tamam eğer bu bir kriz durumuysa, her krizde olduğu gibi bundan da nemalanmaya çalışanlar çıkacaktır. Ama keşke önce işin özünü anlasaydınız da sonra kimsenin bu güzel duruştan nemalanmaması için hep beraber çalışsaydık.

Size, hepinize ; bu ülkenin politikacılarına, sanatçılarına, öğretmenlerine, ebeveylerimize kısacası şu anda orta yaşlarını yaşayan herkese teşekkür etmek isterim. İyi ki bizler apolitik olalım diye bu kadar uğraşmışsınız. Bu sayede sizlerin politikalarınızdan, siyaset dilinizden, tek yanlı ideolojilerinizden, dar bakış açılarınızdan muaf olduk ve kendi dilimizi yarattık. Ne dersiniz sizce de çok tatlı çocuklar değil miyiz?

6 Haziran 2013 Perşembe

Bu Yeni Nesil Bir Harika Dostum


Yıllarca bu ülkede siyasetin, politikanın, toplumsal kaygıların kelli felli, aşırı ciddi, bir ince agresif adamların tekelinde olduğuna inandık, inandırıldık.  İdeolojiyi babadan oğula geçen bir gelenekmiş gibi gördük. Çünkü biz apolitik olmalıydık. Eğer olmazsak sizin çektiğiniz acıları bizde çekerdik. Sistematik olarak koca bir ülkenin gençliğini pasifize ettiniz. Sadece işinize yarayacağını düşündüğünüz piyonlar ve militanlar yarattınız gençlerden. Kalanını hiç düşünmediniz. Çünkü gerçekten sizin politikalarınıza karşı apolitik olmuştuk. Ama o köhne, eskimiş poitikalarınızın, ideolojilerinizin, sloganlarınızın dışında bir şeyler yaratabilecek kadar yetenekli çocuklar olduğumuz gerçeğini gözden kaçırdınız.


Biz sizin kadar ciddi değiliz belki ama sorunları haddinden fazla ciddiye almanın onu çözümsüzlüğe götürdüğünün farkındayız. Keskin çizgilerimiz, siyahlarımız beyazlarımız yok belki ama yuvarlak hatların daha seksi; turuncunun,yeşilin,morun,pembenin daha eğlenceli olduğunun bilincindeyiz. İdeolojik argümanlardan oluşturulan sloganları pek bilmeyiz ama duvarlara yazdığımız sloganların sonuna bir 'bebişim' koymayı ihmal etmeyiz. Solu sağı sizler kadar iyi analiz edemeyiz ama ikisinin merkezi olan insanın farkındayız. Herkes gibi bizim de düşüncelerimizde yanlışlarımız olabilir fakat en azından düşünürüz, zamanında birilerinin düşünüp ortaya koyduğu fikirleri okuyup ezberleyip, bu fikirleri kutsallaştırıp körü körüne peşinden gitmeyiz. 


Aslında biz baya eğlenceli çocuklarız. Tanısanız sizde seversiniz bence. En önemlisi biz kendimizle ve herşeyle dalga geçebiliriz. Bu yüzden çapulcu dediğinizde benimseriz, ayyaş dediğinizde gülümseriz, gazla hatıra fotoları çektiririz. Bu kadar sıkıntının, acının yaşandığı bir direnişte bir o kadar da eğlenebilmeyi, gülebilmeyi işte bu sayede başarırız. Sizin bakış açınızla baktığımızda işte biz bu kadar gevşeğiz. Keşke sizde biraz gevşeyebilseniz. Nasıl ferahlayacaksınız anlatamam. Sonuç itibari ile size göre marjinal bize göre süt.

4 Haziran 2013 Salı

Pardon Beyler Ama Bu Halkın Direnişi



Kusura bakmayın millet ama artık konuşmalarınızın ve bizler üstünden prim çabalarınızın hiçbir değeri yok bizim için. Günlerce biz sokaklardayken bütün kimliklerimizden, ideolojilerimizden sıyrılıp insan olarak oradaydık beyler. 

 Sırrı Süreyya Önder ilk günden beri yanımızdaydı. Fakat bu direniş asla BDPye mal edilemez. Ulusalcı anlayışa sahip kardeşlerimiz çoğunlukla yanımızdaydı teşekkür ederiz. Ama bu direnişin ulusalcı bir yapısı yoktur. Kemal Kılıçdaroğlu vekilleriyle beraber yanımızda durdu müteşekkiriz. Ama bu direnişten CHPye de ekmek çıkmaz. Ülkücü kardeşlerimizin bir kısmı bile geldi bize destek verdi, çok mutluyuz. Fakat lütfen direnişimiz MHP politikalarına alet olmasın. Kürt kardeşlerimiz yanımızdaydı, onların hakları konusunda hassasız ama buradaki asıl hassasiyetimiz herkesin hakları ve özgürlükleri. STKlar ve sendikalar desteğini esirgemedi sağolsunlar  ama onların odaklanmış taleplerinin üzerinde insanlık taleplerimiz var. Başı kapalı, muhafazakar kardeşlerimizden de yanımızda olanlar vardı, özgürlüğün herkes için temel sorun olduğunu gösterdikleri için sevinçliyiz lakin bu direnişi muhafazakarlara da mal etmemiz mümkün değil.

Bu direniş hepimizin. İdeolojik kimliklerin hepsinin üstünde her bireyin. Orada yer alan herkesin. Destek veren her grubun. Camlarına yardım malzemeleri koyan teyzelerimiz amcalarımızın. Kavgalarını, çekişmelerini bir tarafa bırakıp yanyana gelen her kesimin. Başımıza birşey gelmesin diye evlerinde dua eden insanlarımızın. Bizleri darbeyi görmüş bireyler olarak apolitik yetiştirmek için ellerinden geleni yapan fakat bu durumda endişe ve hayır dualarıyla sokaklara gönderen annelerimizin babalarımızın.

Yanımızda ve yardımcı olan herkese bir teşekkürü borç biliriz. Ama şunu da unutmadan eklemek isteriz. Hiçbirinizin bu direnişi kendi ideolojik anlayışına mal etmesine de izin vermeyeceğiz. Hadi şimdi sokaklara...

2 Haziran 2013 Pazar

Sakin Sakin Direniş

Direniş günlerdir sürüyor ve devam ediyor. Polis şiddeti gün geçtikçe daha da arttırıyor. Bunun sonucunda direnişin içinden de artık şiddet eğilimleri gözükmeye başladı. Şimdi günlerdir bizim duruşumuzu, halimizi yazmayan medya şiddete başvurduğumuzu bağıra bağıra yaymaya başlayacak büyük ihtimalle. Bu çok normal bir reaksiyon değil mi? Günlerce gaz, su, cop yiyen insanların sabrının taşması ve saldırmaları çok normal değil mi? Bir kedi bile köşeye sıkıştırıldığında kaplan olup saldırırken günlerdir şiddete maruz kalan, etrafı çevrilen, üzerine gidilen insanların saldırmasını yadırgamak biraz saçma gibi. Kusura bakmayın ama biri size tokat attığında diğer yanağınızı dönün argümanını en son Hz. İsa uyguladı. 


İnsanları şiddete yöneltmek için büyük bir tahrik var. İzmir'de birebir yaşadığım olaydan bahsetmek istiyorum. Zaten aralıksız gaz atan, TOMAsıyla üstümüze gelen su sıkan polis bunlarla yetinmeyip bir de bizi taş yağmuruna tuttu. Çevik kuvvet ekipleri kalkanların arkasından seri taş atışı gerçekleştirdi. Sıkıldıysanız gazdan sudan, değişiklik istediyseniz eyvallah da gazı suyu bize vereydiniz bari. Sonra direnişçiler taş attı. Onların fırlattıklarını geri iade ettik napalım. Bunun üstüne Tayyip bey televizyonlara çıkıp sokaklara bizde istesek milyonları indiririz demesinden sonra gece ellerinde sopalarıyla direnişçilere saldıran siviller peydahlanıyor sokaklarda. Bu resmen kendi yandaşlarını insanlara saldırması için kışkırtmak değilse ne? 


Gene de sakin olmalıyız. Onlara kimse dur demese de biz kendimize dur demeliyiz. Bu direnişin hiçbir partiyle, ideolojiyle, örgütle alakası olmayan sivil ve barışçıl bir direniş olduğunu unutmayalım. Bu direnişin felsefesi, kendine saldıran polise börek uzatan insanın naifliğiyle gece sonunda çöpleri temizleyen insanın duyarlılığının birleşimidir. Bu duruşu koruyalım.